ESRARNAME
GİRİŞ:
Bu Esrarname’nin bir feyiz menbaı, حمile başlayan Duhan suresinin 16. Âyet’i olan ve Bedir muharebesinden haber veren يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ (büyük bir şiddetle onları yakalayacağımız gün onlardan intikamımızı alırız) âyetinin hazinesinin bu asrımıza bakan bir işaret-i gaybiyesidir. Şöyle ki:
Kur’an-ı Mu’ciz-ul Beyan Duhan Suresi’nin 10. Âyetinden i’tibaren, sema canibinden gelen ve insanları kuşatıp onlara azab getiren bir dumandan bahsetmektedir. Mekke’de Kureyşlilere gelen şiddetli açlık belasından haber veren bu ayet-i kerimelerden sonra gelen 16. ayette ise, bu kafirlerin Bedir Harbindeki hezimetlerini, vukuundan evvel ihbar-ı gaybî nev’inden haber vermiştir. Bütün zamanlardaki beşerin bütün tabakatına hitab eden Kur’an-ı Azim-uşşan, bu ayet-i azimelerin mana-yı işarî ve makam-ı ebcedîsiyle, ahirzamanın fitne-i azimesi içinde, bu asrımıza dahi daha ziyade bakıp haber vermektedir. Ezcümle:
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ ayetindeki يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى nın makam-ı ebcedisi 1422 olup evvelindeki ayetlerle beraber şöyle işaret eder ki: Hicrî 1422 tarihinde sema canibinden uçaklarla gelen bir duman ve harb ateşinin neticesinde, biz o kafirleri en şiddetli bir yakalayışla, Bedir Muharebesinde yakaladığımız gibi yakalayacağız ve onlardan intikamınızı alacağız. İşte bu ihbar-ı gaybi aynen vukua gelmiş ve Amerika’da 11 Eylül 2001’de sema canibinden gelen bir duman ve azab görülmüş ve bunun üzerine bütün Dünya kâfirleri önce Afganistan’da Müslümanlar üzerine semadan bombalar yağdırmaya başlamışlardır. Bedir Harb’inde olduğu gibi, İslam’ın nurunu söndüreceklerini ve Müslümanları esaret altına alacaklarını zannederek bir harb ateşi yaktılar. Buna karşılık alemde asgarî 200 seneden sonra ilk def’a, hadîs-i nebevide haber verildiği gibi şark tarafında ve diğer bâzı yerlerde, bir taife-i mücahidin tarafından ila-i kelimetullah için fisebilillah cihâd ilan edildi. Feteemmel!... İşte bu Âyet-i Kerimeler istikbale bakarak, ihbar-ı gaybî nevinden ferman ederek “O kafirler galib geleceklerini ve Kur’an’ın nurunu söndüreceklerini zannediyorlar, fakat Allahu Teala ise onların planlarını akim bırakıp, nurunu itmam edecektir. Korkmayın ve müjdelenin, biz onları yakalayıp intikamınızı alacağız” diye ehl-i imana müjde vermektedir. Tevbe suresinin 32. ayeti de mana-yı sarihiyle bu mes’eleyi izah ettiği gibi, mana-yı işarîsiyle de yine bu asrımıza bakıp aynı Duhan suresinin ayetlerinin verdiği ihbar-ı gaybîyi te’yid etmektedir. Şöyle ki:
يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Meali: “Yahudi ve Hıristiyanlar, ahbar ve ruhbanların idlallerine kapılarak, ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah ise, kafirler istemese de nurunu tamamlayacaktır”.
(Beyzavi- İbni Abbas-Tevbe-32)
Ayet-i Kerimesi, makabli ve maba’di olan 29. ayetten 35. ayete kadar olan kısımla beraber mana-yı sarihiyle, Yahudi ve Hıristiyanların hakiki mahiyetlerini ve onların hakikatte ve ahiret nokta-i nazarında ehl-i kitab olmadıklarını, belki müşrik olduklarını, hem Yahudi hahamları ve Hıristiyan rahiblerinin Tevrat ve İncil’i terk ederek batıl bir din ihdas ettiklerini ve bu batıl dine “Yahudilik” ve “Hıristiyanlık” namı verdiklerini, Allah indinde tek hak dinin, bütün peygamberlerin dini olan İslamiyet olduğunu ifade etmektedir. Ve bu Yahudi hahamları ve Hıristiyan rahiplerinin, Hz. Musa ve Hz. İsa (A.S.)’ın getirdikleri İslamiyeti bozup, Yahudiyet ve Nasraniyete çevirerek Tevrat ve İncil’in nurunu söndürdükleri gibi, nur-u Kur’an’ı da alemde söndürmek niyetiyle, Yahudi ve Hıristiyan milletlerini idlal edip nur-u İslam’ı söndürmeye teşvik ettiklerini ve bunun için dünyanın servetini batıl yollarla ellerinde toplayarak, bu servetlerini Allah’ın yolundan insanları saptırmak için harcadıklarını bildirmekte, ama o kafirler istemese de Allah, Kur’an’ın nurunu tamamlayacağını Müslümanlara müjdeleyip va’detmektedir. Bu ayetlerin izahı İkazname’de tafsilen anlatıldığı için oraya havale ediyoruz.
Bu ayetlerin işarî ve cifrî manalarının anlaşılması için Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin (R.A.), bu ayetlerin hazinesinden istihrac ettiği şu işaretleri dikkatlice mütalaa etmek lazımdır. Şöyle ki:
“Sure-i Tevbe'de:
يُرِيدُون أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونََ âyetindeki
نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle beraber şeddeli "lâmlar" birer "lâm" ve şeddeli "mim" asıl kelimeden olduğundan iki "mim" sayılmak cihetiyle bin üçyüz yirmidört (1324) ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müdhiş bir sû'-i kasd plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti yirmidörtte ilânıyla(Haşiye-1) o plânı akîm bırakmağa çalıştıkları halde, maatteessüf altı-yedi sene sonra, harb-i umumî neticesinde yine o sû'-i kasd niyetiyle Sevr Muahedesinde Kur'anın zararına gayet ağır şeraitle kâfirane fikirlerini yine icra etmek olan plânlarını akîm bırakmak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla(Haşiye-2) mukabeleye çalıştıkları tarihi olan bin üçyüz yirmidörde, tâ otuz dörde, tâ ellidörde tam tamına tevafukla, o herc ü merc içinde Kur'anın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resail-in Nur müellifi yirmidörtte (1324) ve Resail-in Nur'un mukaddematı otuzdörtte (1334) ve Resail-in Nur'un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirdleri ellidörtte (1354) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-ı hali bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telaşa sevkettiler ve bu itfa sû'-i kasdına karşı tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden bu âyetin mana-yı işarîsi cihetinde bir medar-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde Nur-u Kur'ana muhalif haletlerin ekserisi, o sû'-i kasdların ve Sevr Muahedesi gibi gaddarane muahedelerin vahîm neticeleridir. Eğer şeddeli "mim" dahi şeddeli "lâmlar" gibi bir sayılsa, o vakit bin ikiyüz seksendört (1284) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeğe niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus'un doksanüç (1293) muharebe-i meş'umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resail-in Nurşakirdleri yerinde Mevlâna Hâlid'in (K.S.) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki; eğer şeddeli "lâmlar" ve "mim" ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirdleri olabilir.(Haşiye-3) Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. القطرة تدل على البحر sırrıyla kısa kestik.”
(1. Şua-28. Ayet-i Kerime)
İşte Üstad Bediüzzaman’ın (R.A.), şu Âyet’lerin mana-yı sarihinin tabakatından bir ferdi olan mana-yı işari tabakasının külliyetinden, ayetin bazı işaretlerini beyan ettiği bu ifadelerine dikkat edelim. Üstad burada, ayet’in son üç asra bakan işaretlerini anlatıyor. Evvela 1284 ve 1293 de Alem-i İslam’ın nuruna çekilen zülümat bulutlarına işaret edip, bu zulümatı Hz. Mevlana Halid’in (K.S.) şakirdlerinin dağıttığını bildiriyor. Sonra, geçtiğimiz asırda hicrî 1324’ten itibaren başlayan su-i kasdları gösterip, bu tecavüzata karşı Risale-i Nur şakirdlerinin mukabele ettiklerini bildiriyor. Sonra da “eğer şeddeli "lâmlar" ve "mim" ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi ve şakirdleri olabilir” diyerek içinde bulunduğumuz tarihte vuku bulan zulümata ve bu zulümatı dağıtacak zatlara işaret etmektedir. Çünkü eğer “lamlar” ve “mim” ikişer sayılsa Hicrî 1414 ile 1423 tarihlerine tekabül etmektedir.
Hem Bediüzzaman, içinde bulunduğumuz bu asırda ve bundan evvelki iki asırda vuku bulan bu dehşetli hâdiselere, bu Âyet’in işaretlerini anlatırken gösteriyor ki; Âlem-i İslam’ın başına gelen bütün bu musibetlerin ve şeriata muhalif hâdiselerin ve nur-u Kur’an’ı söndürmek için yapılan bütün bu faaliyetlerin ve harblerin arkasında Yahudi hahamları ve Hıristiyan rahibleri vardır. Çünkü bu Âyet-i Kerime, mana-yı sarihiyle Yahudi ve Hıristiyanların Kur’an’ın ve din-i İslam’ın nurunu söndürmek istediklerini ve bunun için fitneler çevirip, harb ateşini yaktıklarını ifade etmektedir. Fakat dikkat edilirse, bundan evvelki ayet ve bundan sonra gelen Âyet’ler ise, ahbar ve ruhbanlardan bahsetmekte ve Yahudi ve Hıristiyan milletlerini idlal edenlerin ve halkı Allah’ın yolundan seddedenlerin, bu ahbar ve ruhbanlar olduğunu tasrih etmektedir. Nasıl ki arkasında gelen:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Meali: “Ey iman edenler! Ahbar ve ruhbanın çoğu gayr-ı meşru’ yol ile insanların mallarını yerler. Ve Allah’ın yolundan insanları o mal ile men ederler. Onlar altın ve gümüşü iddihar ederler. Ve onu Allah yolunda infak etmezler. Belki Allah’ın yolundan insanları men etmek için sarfederler. Onları (ahbar ve ruhbanı), azab-ı elim ile müjdele”.
(Beyzavi-İbni Abbas-Tevbe-34)
İşte bu ayet, halkı Allah’ın yolundan seddedip onları, Kur’an’ın nurunu söndürmek için sevk ve idare edenlerin Yahudi hahamları ve Hıristiyan rahibleri olduğunu sarahaten bildirmektedir.
Demek, Nur-u Kur’an’ın aleyhindeki bütün bu faaliyetlerin ve harblerin arkasında, Yahudi hahamları ve Hıristiyan rahibleri vardır ve onların da başında, -İkazname’de de anlatıldığı gibi- bütün dünya devletlerini idare eden, ve 300 kişiden mürekkeb gizli Yahudi hükumetinin reisi olan başhaham vardır. Feteemmel!
İşte bu Esrarname’nin esâs me’hazını, حم (Hamim) ile başlayan Duhan Suresi ile Tevbe Suresi’nin mezkur ayetlerinin, bu asrımıza bakan ihbarat-ı gaybîyeleri teşkil etmektedir.
حم
--------------------------------------------------------------------------------
(Haşiye-1) Yani Türk hamiyetperverleri, Libya, Bulgaristan, Bosna gibi müstemleke olan eski Osmanlı eyaletlerindeki müslümanların hürriyetleri mukabilinde, Osmanlı içindeki gayr-i müslim olan azınlıklardan cizyeyi kaldırarak onlara hürriyet verdi. Fakat maalesef daha sonra bu hürriyet su-i istimal edildi.
(Haşiye-2) O vakit i’lan edilen İslam Cumhuriyeti idi. 1924 Anayasası’nın 2. maddesinde “T.C. Devleti’nin dini, Din-i İslâm’dır” hükmü bulunuyordu. Maalesef daha sonra bu da su-i istimal edildi.
(Haşiye-3) Yani, Hz. Mehdi ve şakirdleri demektir. Nasıl ki وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ ayetinde “Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyyetlerini çıkardı” derken “Adem oğulları” ifadesi “Adem ve oğulları” manasındadır ve yine ayetlerde “Âl-i Fir’avn” dendiğinde Fir’avn ve onun âli anlaşılmaktadır. Öyle de “Hz. Mehdi’nin şakirdleri” demek de, Hz. Mehdi ve onun şakirdleri manasına gelmektedir.
Not: Bu üç haşiye, bu Esrarname’yi hazırlayan hey’ete aittir.
HADİSLER:
HADİSLERİN İŞARETLERİ
AHİRZAMAN HADİSATININ BAŞLANGICI VE MERHALELERİ
Buhari ve Müslim, Ömer ibn-il Hattab ve Huzeyfe’den ve yine İmam Ahmed ve Müslim, Ebu Zeyd bin Amr bin Ahtab El- Ensarî’den şöyle rivayet etmiştir:
ان النبى (صلع) صلى الفجر يوما ثم صعد المنبر فخطبنا حتى حضرت الظهر فنزل ثم صلى ثم صعد المنبر فخطبنا حتى حضر العصر ثم نزل فصلى ثم صعد المنبرفخطبنا حتى غربت الشمس،فاخبرنا بما كان و بما هو كائن، فاعلمنا احفظنا.
“Resul-i Ekrem (A.S.M.) bir gün sabah namazını kıldı, sonra minbere çıkıp öğle namazı vaktine kadar bize hitab etti. Sonra minberden indi ve öğle namazını kıldı. Sonra minbere çıkıp ikindi namazı vaktine kadar bize hitab etti. Sonra indi ve ikindi namazını kıldı. Sonra yine minbere çıkıp güneş batıncaya kadar bize hitab etti. Bu hutbelerinde bütün olmuş ve bundan sonra olacak olan hâdiseleri haber verdi, onları bize öğretti ve ezberletti.” (Bu İhbar-ı Nebevi mutlak surette değil, belki ekseriyetle ehemmiyetli olanları muraddır.)
(Buhari, Müslim)
İşte bu ve bunun gibi birçok ehadîs-i nebeviye gösteriyor ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) nazar-ı dekaikâşinasıyla istikbalde gelecek bütün hâdiseleri görüp ümmetine haber vermiştir. Fakat bu hadîsleri umum sahabeler zabt ve rivayet etmemiş, ancak bazı sahabeler onları muhafaza edip, rivayet etmişlerdir. Bu sebeble, Hz. Huzeyfe bin El-Yeman (R.A.) şöyle demiştir:
و الله ما ادرى اصحاب رسول الله أنُسِّى (صلع) ام تناسوا، و الله ما ترك رسول الله من قائد فتنة الى ان تنقضى الدنيا يبلغ من معه ثلاثمائة فصاعدا الا قد سماه لنا رسول الله (صلع) باسمه و اسم ابيه و اسم قبيلته
“Allah’a kasem ederim ki, bilmiyorum acaba Peygamberin sahabelerine bu hadîsler unutturuldu mu, yoksa unuttular mı? Allah’a kasem ederim Resul-i Ekrem (A.S.M.) dünyanın sonuna kadar gelecek olan fitneleri ve o fitneleri çıkaran reisleri tâ üç yüzden daha fazla kimseleri bize isimleriyle, babalarının isimleriyle ve kabilelerinin isimleriyle haber verdi”.
(Ebu Davud)
İşte bu esas üzerine ahirzamanda vuku bulan mühim hâdiseleri haber veren, bazı ehadîs-i nebeviye bu makamda zikredilecektir.
حرب اخر الزمن حرب كونية، المرة الثالثة بعد اثنين كُبريين يموت فيهما خلائق كثيرة، الثانية اشعلها رجل كنيته السيد الكبير، و تنادى الدنيا باسم "هتلر"
İmam-ı Ali, Ebu Hureyre ve İbn-i Abbas’ın (R.A.) rivayet ettiği bir hadîste şöyle varid olmuştur:
“Ahirzaman’ın harbi cihan harbidir. Çok kimselerin öldürüldüğü iki büyük harbden sonra bir üçüncüsü daha olacak. İkinci cihan harbinin ateşini yakan (başlamasına sebeb olan) “Büyük Reis” künyesinde bir adamdır ki dünya onu “Hitler” ismiyle çağırır **”.
(El- Mehdiy-yul Muntazar Alel Ebvab)
** Bu hadîs-i şerif ahirzamanda üç cihan harbi olacağını ve ilk iki harbin çok büyük olup bunlarda çok kimselerin öleceğini, üçüncü harbin ise, her ne kadar o da bir cihan harbi olsa da evvelki iki harbe nisbeten onda fazla kimsenin ölmeyeceğini haber vermektedir. Çünkü hadîs, ilk iki harb için كُبريين يموت فيهما خلائق كثيرة yani, “büyük olan o iki cihan harbinde çok kimseler ölecektir” demiştir. İlk iki harbin kübrâ olduğunu ifade etmekle üçüncüsünün suğrâ olduğuna işaret edilmiştir. Allahu a’lem bir tevili şudur ki; üçüncü harb diğerlerine nisbeten daha küçük olacak ve onda nisbeten fazla kimse ölmeyecektir. Bunun sebebi şudur ki; geçtiğimiz asırda vuku bulan iki cihan harbinde dünyanın ekser devletleri birbirleriyle savaşmışlardır. Halbuki asrımızda vuku bulan harbde ise; ekser dünya devletleri birleşerek bir tek yeri vurmaktadırlar. Binaenaleyh bu üçüncü harb de bir cihan harbi olmakla beraber bütün dünya tek bir yeri vurduğu için diğer iki harbe nisbeten onda fazla kimse ölmemektedir. İşte hadîs-i şerif bu manalara gayet beliğ ve veciz bir surette ve mu’cizane işaret etmektedir. İki cihan harbi aynen haber verildiği gibi vuku bulmuş, üçüncü harbin ise mukaddematı zuhur etmiştir. Bütün dünya devletleri İngiltere ve Amerika’nın riyasetinde Alem-i İslamın aleyhinde ittifak ederek nur-u Kur’an’ı söndürmek emeliyle şarkta bir taife-yi mücahidin üzerine hücum etmişlerdir.
Hem bu hadîste ikinci cihan harbini “Hitler” isminde bir adamın başlatacağını ve ona “Büyük Reis” manasında “FÜHRER” denileceğini mu’cizane haber vermektedir.
Bu hadîsin verdiği haberler şu gelen hadîs-i şerifte daha zahir ve tafsilli bir şekilde beyan edilmektedir:
و فى رواية خاف ان يحدث بها، و لما احس الموت خاف ان يكتم علما فقال لمن حوله: فى نبأ علمته عما هو كائن فى حروب اخر الزمن، فقالوا: اخبرنا و لا بأس جزاك الله خيرا فقالوا:
فى عقود الهجرة بعد الألف و ثلاثمائة و اعقدوا عقودا يرا ملك الروم ان حرب الدنيا كلها يجب ان تكون، فاراد الله له حربا. و لم يذهب طويل زمن، عقد و عقد فسلط رجل من بلاد اسمها "جرمن"، و له اسم الهرّ، اراد ان يملك الدنيا و يحارب الكل فى بلاد ثلج و خير، فامسى فى غضب الله بعد سنوات نار، ارداه قتيلا سرُ الروش او الروس (الشك من الراوى).
فى عقود الهجرة بعد الألف و ثلاثمائة و عُدّ خمسا او ستا اوا سبعا او ثمانا يحكم مصر رجل يكنى "ناصر"، ىدعوه العرب "شجاع العرب"، و اذله الله فى حرب و حرب و ما كان منصورا، و يريد الله لمصر نصرا له حقاً فى احب شهوره، و هو له، فارضى مصرَ ربُ البيت و العرب باسمر سادا، ابوه انورُ منه، لكنه صالح لصوص المسجد الاقصى بالبلد الحزين. و فى عراق الشام رجل متجبر و سفيانى، فى احدى عينيه كسل قليل، و اسمه من الصدّام و هو صدام لمن عارضه، الدنيا جمعت له فى "كوت" صغير دخلها و هو مدهون و لا خير فى السفيانى الا بالاسلام، و هو خير و شر. و الويل لخائن المهدى الامين.
فى عقود الهجرة بعد الألف و اربعمائة و اعقد اثنين او ثلاثا يخرج المهدى الامين، و يحارب كل الكون يجمعون له الضالون و المغضوب عليهم، و الذين مَرَدوا على النفاق فى بلاد الاسرا و المعراج عند جبل مجدون، و تخرج ملكة الدنيا و المكر، زانية اسمها "امريكا". تراود العالمَ يومئذ فى الضلال و الكفر، و يهود الدنيا يومئذ فى اعلى عليين يملكون كل القدس و المدينة المقدسة. و كل البلاد تأتى من البحر و الجو الا بلاد الثلج الرهيب و بلاد الحر الرهيب. و يرى المهدى ان كل الدنيا عليه بالمكر السيئ، و يرى الله اشد مكرا، ويرى ان كل الكون الله له، اليه المرجع و المصير، و كل الدنيا شجرة له ان يملكها فرعا و جذرا. فيرميهم الله باكرب رمى و يحرق عليهم الارض و البحر و السماء و تمطر السماء مطر السوء، و يلعن اهل الارض كل كفار الارض، و يأذن الله بزوال كل الكفر.
“Bir rivayette Ebu Hureyre vefat edeceğini hissettiği vakitte ilmi ketmetmiş olmaktan korkarak etrafındakilere şöyle dedi:
Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) öğrendiğim Ahirzamanda vukua gelecek harblerle alakalı haberleri size bildireyim mi? Onlar: ‘Evet bize haber ver. Bunda bir beis yoktur Allah seni hayırla mükafatlandırsın’ dediler. Bundan sonra Ebu Hureyre sözüne devâm ederek dedi ki:
‘Hicretten bin üç yüz (1300) sene sonraki akidlerden birkaç akid say (Haşiye-1). O vakit Rumların meliki (Haşiye-2) bütün dünya ile harb etmek ister. Allahu Teala da o adam için harbi irade eder. Bunun üzerinden fazla bir zaman geçmez, iki akid sonra (CERMEN) ismindeki bir beldeden (Haşiye-3), ismi kedi ismi olan bir adam musallat olur (Haşiye-4) ve bütün dünyaya malik olmak ister. Ve hem soğuk memleketlerde ve hem de sıcak memleketlerde (Haşiye-5) bütün dünya ile harb eder. Şiddetli harb ateşlerinin dolu olduğu senelerden sonra Allah’ın gadabına uğrar. Neticede Rûş’un veya Rus’un (ravi şübhe etmiştir) sırrı (Haşiye-6) onu öldürürler.
Hicretten bin üç yüz (1300) sene sonraki akidlerden beş veya altı veya yedi veya sekiz akid say. O vakit Mısır’a “Nasır” künyesinde bir adam hükmeder (Haşiye-7). Arablar onu “Şüccâ’-ul Arab” (Arabın cesuru) diye çağırırlar. Allah onu bir harbde ve sonra bir harbde daha, yani iki harbde zelil eder (Haşiye-8). O Nasır mansur olmaz, ona yardım edilmez. Ve Allahu Teala ayların en sevgilisinde Mısır’a hakiki nusreti irade eder ki bu nusret tahakkuk edecektir (Haşiye-9). Bunun üzerine Beyt’in Rabbi olan Allah, Mısır halkını ve Arab milletini, babası kendisinden daha Enver olan “Esmer Sâdâ” ile razı ederek onu, onlara reis eder (Haşiye10). Fakat bu adam Mescid-i Aksa’nın hırsızlarıyla (Yahudilerle) belde-i hazînde musalaha yapar (Haşiye11).
Sonra Şam bölgesinden olan Irak’da cebbar bir adam zuhur eder ki; o adam Süfyanîlerden biridir ve onun bir gözünde hafif bir aksama vardır. Onun ismi “Saddam” dır (Haşiye12). O, kendisine muarız olanlara karşı saddamdır (Haşiye13) . Bütün dünya “Küçük Kût” ta (Haşiye14), onun için toplanırlar ki Saddam da bu Kuveyt’e daha evvel aldatılarak girmiştir (Haşiye15). Bu Süfyanîde hiç bir hayır yoktur. İlla ki İslamiyet’e dönerse o zaman onda hayır olur. O hem hayır, hem de şerdir (Haşiye16). Mehdî-yi Emin’e hain olana veyl olsun (Haşiye17).
Hicretten bin dört yüz (1400) sene sonraki akidlerden iki veya üç akid say (Haşiye18). O vakit Mehdî-i Emin çıkar ve bütün dünya ile harb eder. Dalalete düşenler (Haşiye19) ve Allah’ın gadabına uğramış olanlar(Haşiye20) ve münafıklar (Haşiye21), İsra ve Mi’raç beldesi olan Kudüs’teki “Meciddun Dağları”nda onun için toplanırlar (Haşiye22). Bütün dünyanın ve bütün hilelerin melikesi de Mehdî’ye karşı çıkar ki onun ismi zaniyedir (Amerika) (Haşiye23). Bu melike o gün bütün dünyayı dalalet ve küfre sevkeder. Yahudiler de o gün dünyaca en yüksek makamdadırlar. Bütün Kudüs’e, mukaddes beldeye hakimdirler. Bütün dünya denizden ve havadan (Haşiye24) Mehdî’nin üzerine hücum eder. Ancak çok soğuk ve çok sıcak beldeler müstesna (Haşiye25). Mehdî bakar ki bütün dünya çirkin hile ve planlarla aleyhinde ittifak ettiklerini görür. Fakat bilir ki Allah daha şiddetli mekr sahibidir ki, onların bütün hilelerini akim bırakır. Ve bütün kainat onun mülküdür ve ona dönecektir ve merci yalnız odur. Ve bütün dünya aslı ve fer’iyle onun bir hilkat şeceresidir. İşte bu kudrete malik olan Cenab-ı Hak, Mehdî’ye nusret için en şiddetli bir darbe ile onları vurur ve karayı, denizi ve semayı onlar üzerine yandırır. Ve Sema da onların üstüne şiddetli yağmurunu yağdırır. O gün bütün ehl-i arz küffara lanet eder. Allah da bütün küfrün zevalini irade eder (Haşiye26) ”.
(Esme-l Mesalik Lieyyam-il Mehdîyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd-216)
Bu hadîslerde haber verilen Irak Harbi, yine hadîslerde ahirzamanda vuku bulacağı bildirilen üçüncü cihan harbinin ve Yahudi ve Hıristiyanların tabirince “Hermeciddun (Armegedon) harbinin” ilk merhalesidir. Bu Irak harbi diğer bir rivayette ise şöyle bildirilmiştir:
و حرب فى بلد اصغر من عجب الذنب، يجمعون اهل الدنيا لها، كأنها اغنى بلد أوْلَمَ عليها الوالمون. و امير فيها سلم رايته لزعيمة الشر الآتية من الشواطئ البعيدة الغربية بداية اخر الزمن فتجمع له صريخها من كل الدنيا، و ترد له عرش الملك و يخرب عراق فى ملاحم بداية اخر الزمن. و يحارب امير الذنب الصغير جيوش المهدى، و حان خراب البلد مرة اخرى لأن اميرها سر الفساد.
“Kuyruk sokumundan daha küçük bir beldede (Kuveyt’te) bir harb olur. Bütün dünya ahalisi o beldeyi kurtarmak için toplanırlar. Gûya orası beldelerin en zenginidir. Vâlimeler (düğün yemeğine davet edilenler, yâni menfaaetperestler) o beldeye davet ederler (yani bütün dünya oranın serveti olan petrolü paylaşmaya çalışırlar). Ahirzaman hadîsatının bidayetinde, o beldenin emîri, sancağını batıdaki uzak sahillerden gelen şer ordularının komutanına (Amerika ve İngiltere’ye) teslim eder. Emîrin yardım çağrısına karşı dünyanın her tarafından yardıma gelip o komutan için toplanırlar. Emîrin tahtı yine kendisine iade edilir ve ahirzamanın bidayetindeki kanlı harblerde Irak harab edilir. Küçük kuyruk hükmündeki beldenin emîri Mehdî’nin askerleriyle muharebe eder. Ve o beldenin ikinci def’a harabiyeti yaklaşmış olur. Çünkü o emîr fesadın menbaıdır”…
(Esme-l Mesalik Lieyyam-il Mehdîyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd-132)
Bu harb petrol için, yani servet için yapıldığından dolayı hadîslerde bu harbe Fitne-i Serrâ (servet, zenginlik ve mal sebebiyle olan fitne) namı da verilmektedir.
عن عبد الله بن عمر قال: كنا قعودا عند رسول الله (صلع) فذكر الفتن فاكثر فى ذكرها... الى ان قال: ثم فتنة السراء دخنهامن تحت قدمى رجل من اهل بيتى يزعم انه منى و ليس منى.
“Abdullah ibn Ömer dedi ki: Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) huzurunda oturuyorduk. Bize vuku bulacak fitnelerden bahsetti ve bu husus üzerinde çok fazla durdu. Sonra dedi ki:
Fitne-i Serrâ’nın dumanı ehl-i beytimden bir adamın iki ayağı altından çıkar (yâni o sebebiyet verir). O kendini benden zanneder ama benden değildir**.”
(Ebu Davud-4077, Ahmed-2/133)
** Ehl-i Beyt 12 manaya gelir. Bir manasıda Kureyşî demektir. Burada ehl-i beytten murad Kureyşîdir. Hadîs Irak lideri Saddam Hüseyin’den bahsetmektedir.
Yine bir başka rivayette Ebu Zer (R.A.) Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) şöyle buyurduğunu söylemiştir:
سيكون من بنى امية رجل اخنس بمصر يلى سلطانا يغلب على سلطانه او ينتزع منه فيفر الى الروم فيأتى بالروم الى اهل الاسلام فذلك اول الملاحم.
“Benî Ümeyye’den dessas bir adam (Kuveyt Emîri), bir beldede (Kuveyt’te) hakim olur. Bir sultan (Saddam) gelir onun saltanatına galib olur veya saltanatı, onun elinden alır. O da Rumlara (Amerika) sığınır ve Rumları ehl-i İslam üzerine getirir. İşte bu ahirzamanın kanlı harblerinin başlangıcıdır”.
(Naim bin Hammad Kitab-ul Fiten-291)
Bir hadîste de Irak Harbi “Fitne-yi Duheyma (karanlık fitneler)” ünvanıyla haber verilmekte ve şöyle denmektedir:
فاذا كان ذاكم فانتظروا الدجال من يومه او من غده
“Bu (fitne-yi duheyma) vuku bulduğunda o gün veya ertesi gün Deccal’ı bekleyiniz.”
(Kitab-ı Hermeciddun, Emîn Muhammed Cemalleddin-20)
Bu hadîs gösteriyor ki, Irak harbinin akabinde Deccal zuhur edecektir. Hâdisat gösterdi ki o deccaliyet Amerika, İngiltere ve Yahudilerin riyaseti altında Birleşmiş Milletler’in şahs-ı manevîsidir. Bu mes’elenin tafsilatı ileride gelecektir.
"عن ابى نضرة (ر.ع.) قال: كنا عند جابر (ر.ع.) فقال: يوشك اهل العراق لا يجبى اليهم."قفيز و لا درهم. قلنا من اين ذاك؟ قال العجم يمنعون ذاك. ثم قال يوشك اهل اشام الا يجبى اليهم دينار و لا مدى. قلنا من اين ذاك؟ قال من قبل الروم ثم سكت هنية ثم قال: قال رسول الله (صعم) يكون فى اخر امتى خليفة يحثى المال حثيا لا يعده عدا. قلت لابى نضرة: اترى انه عمر بن عبد العزيز؟ قال: لا
Ebu Nadre (R.A.) dedi ki; Cabir (R.A.)’ın yanında idik, şöyle dedi: “Öyle bir zaman yaklaşıyor ki, Irak ahalisine bir kafiz (kile), bir dirhem sevk olunmayacak” (Yani Irak’a ambargo konulacak ve para ve ölçekle alışveriş olmayacak). Dedik ki “bu kimden dolayı olur”. Dedi ki: “Acemler (Arab’ın gayrısı) bunu men’ ederler.” Sonra dedi: “Şam ahalisine bir dinar, bir müdy (kile) sevk olunmayacak”. “Bu kimden dolayı olur” dedik. “Rumlar’dan dolayı” dedi. Sonra az bir müddet sustu.
Sonra dedi ki: Resulullah (A.S.M.) buyurdu ki: “Ümmetimin son zamanlarında bir halife (Mehdi) olur, malı saymadan verir”. Ben Ebu Nadre’ye: “O Ömer İbn-i Abdulaziz midir?” dedim. “Hayır” dedi.
(Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseyni)
Hadîste geçen Şam’dan murad sadece şu anki Şam şehri değildir. Çünkü şu anki Şam şehrinin ismi o zaman Dımeşk idi. Şam’dan murad Şam-ı Kübra’dır ki, Filistin ve diğer Şam çevreleri de dahildir.
Bu hadîs gösteriyor ki; önce Irak’a ve daha sonra Şam bölgesi olan Filistin’e kafirler tarafından ambargo uygulanacak. Bunun akabinde ise Hz. Mehdî zuhur edecektir. Çünkü hadîste “هنية hüneyyeten yani az bir müddet tabiri kullanılmıştır. Demek Hz. Mehdî Irak ve Filistin ambargolarından az bir müddet sonra zuhur edecektir. Irak ve Filistin’deki ambargolar vukua gelmiştir. Öyle ise zaman, Hz. Mehdî’nin zuhur zamanıdır.
حم
HZ. MEHDÎ VE ONA ZEMİN HAZIRLAYAN CEMAAT-İ NURANİYE
Cumhur-u ulema-i İslam, hadîs-i şeriflere istinaden, ahirzamanda Mehdî ve Deccal’ın geleceğinde ittifak etmişlerdir. İbn-i Hacer-i Heytemi bu hususu şöyle beyan etmiştir:
من كفر مسلما لدينه فهو كافر مرتد يضرب عنقه ان لم يتب, و ايضا فهؤلاء منكرون للمهدى الموعود به اخر الزمان. و قد ورد في حديث ابي بكر الاسكافي انه صلي الله عليه و سلم قال: " من كذب بالدجال فقد كفر, و من كذب بالمهدى فقد كفر" و هؤلاء مكذبون به صريحا فيخشى عليهم الكفر
“Kim bir müslümanı dini için tekfir ederse o kafir ve mürteddir. Eğer tevbe etmezse devlet-i şer’iyye tarafından boynu vurulur. Aynı şekilde ahirzamanda vadedilen Mehdi’yi inkar edenler de kafir ve mürteddir. Çünkü Ebu Bekir El-İskafi hadîsinde varid oldu ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) şöyle ferman etti: “Deccal’ı inkar eden kafirdir ve Mehdi’yi de inkar eden kafirdir.” Sarihan bunu inkar edenlerin küfründen korkulur”.
( Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-37)
Âhirzamanda Hz. Mehdî’nin geleceği ve fesada girmiş alemi ıslah edeceğine dair bir çok ehâdîs-i şerife vardır. Ezcümle:
ملك الارض اربعة. مؤمنان و كافران: فالمؤمنان ذوالقرنين و سليمان. و الكافران نمروذ و بختنصر. و سيملكها خامس من اهل بيتى
“Umum yeryüzüne dört kişi hakim olmuştur ki, ikisi mü’min ve ikisi kafirdir. İki hakim mü’min Hz. Zül-karneyn ve Hz. Süleyman (A.S.)’dır. İki hakim kafir ise Nemrud ve Buhtünasr’dır. Ve beşinci olarak ileride benim ehl-i Beytimden birisi (Mehdî) dahi bütün arza hakim olacaktır”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-39)
لا تزال طائفة من امتى تقاتل على الحق حتى ينزل عيسى بن مريم عليه السلام عند طلوع الفجر ببيت المقدس ينزل على المهدى فيقال تقدم يا نبى الله فصل بنا، فيقول هذه الامة امراء بعضهم على بعض
“Tulu-i Fecirde, Beyt-i Makdis’de Hz. İsa bin Meryem (A.S.) nazil oluncaya kadar ümmetimden bir taife, daima hak üzerine mukatele (cihad) edecektir. O vakit Hz. İsa (A.S.) Hz. Mehdî’nin üzerine nüzul eder. Ona “Ey Allah’ın Nebîsi! Öne geç, bize namazı kıldır” denir. O da “Bu ümmetin imamı kendisindendir, onların içinden birisi daima diğerlerine imamdır” der. (Yâni Hz. Mehdî’nin imamete geçmesini emreder)”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-38)
لو لم يبق من الدنيا الا يوم لبعث الله رجلا منا يملأها عدلا كما ملئت جورا
“Dünyanın ömrü bir gün kalsa bile muhakkak Allah bizden (ehl-i beytimden) birisini (Mehdî’yi) gönderir. Onu hâkim kılarak zulümle dolmuş olan yeryüzünü adaletle doldurur”.
(En- Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.23-1/23)
المهدى منا اهل البيت يصلحه الله فى ليلة
“Mehdî bizden, ehl-i beyttendir. Allah onu bir gecede ıslah eder (yâni vazifelendirir)”.
(En- Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.23- 1/23)
Hadîs-i şeriflere dikkatlice bakıldığında anlaşılır ki, Hz. Mehdî’nin zuhuruna yakın ve ondan biraz evvel, ona zemin hazırlayan ve öncülük yapan istikametli bir taife-i mücahidin gelecektir. Bu hadîsler zikredildiğinde görülecektir ki, haber verilen bu taife şu anda dünyanın ve Asya’nın şarkında zuhur etmiştir ve bilfiil fisebilillah mücahede etmektedirler.
El-Burhan Fi Alamat-i Mehdî-yi Ahir-iz Zaman isimli kitaptan alınan şu hadîs, sarahat derecesinde bu hükmü te’yid etmektedir:
اخرج ابو نعيم الكوفى فى كتاب الفتن عن على بن ابى طالب (ك.و.) قال: ويحا للطالقان(اى الافقانستان) فان لله بها كنوزا ليست من ذهب و لا فضة و لاكن بها رجال عرفوا الله حق معرفته و هم انصار المهدى اخر الزمان
Ebu Naim El-Kûfî Kitab-ul Fiten’de İmam Ali’den (R.A.) tahriç ederek buyurdu ki: “Talikan’a (Afganistan’a) yazık olacak. Orada Allah’ın öyle hazineleri vardır ki ne altındandır ne de gümüşten. Fakat orada Allah’ı hakkıyla tanıyan erler vardır ki, onlar Âhirzaman Mehdî’sinin yardımcılarıdır”.
(El-Burhan Fî Alamat-i Mehdî-yi Ahir-iz Zaman)
و انه يخرج ناس من المشرق يوطؤن للمهدى سلطانه
“Muhakkak doğudan bazı insanlar çıkar ki, Mehdîy-i Ahirzaman’ın hakimiyeti için zemin hazırlarlar”.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-40)
اذا رايتم الرايات السود قد اقبلت من خراسان فاتوها ولو حبوا على الثلج, فان فيها خليفة الله المهدى
“Horasan tarafından çıkan siyah sancaklıları gördüğünüzde, kar üzerinde sürünerek de olsa onlara gidin. Çünkü onların içinde Allah’ın halifesi Mehdî vardır**.”
(Fetava-i Hadîsiyye, , İbn-i Hacer-i Heytemi-37)
**Yani onlar Mehdî’nin askerleridir, O’na zemin hazırlarlar. Horasan bölgesi İran’ın doğu tarafıdır ki şu anki Afganistandır.
و الطبرانى فى الاوسط "انه صلى الله عليه و سلم اخذ بيد على فقال: يخرج من صلب هذا فتى يملا الارض قسطا و عدلا, فاذا رايتم ذلك فعليكم بالفتى التميمى فانه يقبل من قبل المشرق و هو صاحب راية المهدى
Taberani Evsat’ta şöyle demiştir: Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ali’nin (R.A.) elini tuttu, dedi ki: “Bunun sulbünden bir adam çıkar, arzı adaletle doldurur. Bunu gördüğünüzde Temim** kabilesinden bir adama tabi olun ki, o doğu tarafından çıkar ve o Mehdî’nin sancağının sahibidir.”
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-37)
** Temim, Arabistan’da Yemen asıllı bir kabilenin ismidir. Bu hadîs-i şerifte ve aşağıda gelen daha birçok hadîs-i şerifte işaret ediliyor ki, bir arap Horasan taraflarından sancak çekecek ve o arap komutan Hz. Mehdî’nin sancaktarı olacak. Yani ona zemin hazırlayacak. İşte bu ve aşağıdaki hadîsler dikkatle incelendiğinde bu Temim’li adamın meşrik canibindeki taife-i mücahidinin başındaki zat olduğu anlaşılmaktadır.
انا اهل بيت اختار الله لنا الاخرة على الدنيا و ان اهل بيتى سيلقون بعدى بلاء و تشيدا و تطريدا حتى ياتى قوم من قبل المشرق معهم رايات سود فيسألون الخبز فلا يعطونه فيقاتلون فينصرون فيعطون ما سألوا فلا يقبلونه حتى يدفعوها الى رجل من اهل بيتى فيملأها قسطا كما ملئت جورا، فمن ادرك ذلك منكم فلياتهم ولو حبوا على الثلج
“Allah-u Teala Biz Ehl-i Beyt’e, ahireti dünyâ üzerine tercih etti. Ve muhakkak Ehl-i Beytim, benden sonra bela ve musibetlere ve zülme ve nefye maruz kalacaklardır. Tâ ki doğu tarafından siyah sancaklılar gelinceye kadar. Onlar gelince ekmek isterler, onlara verilmez (yâni maddeten sıkıntı içinde oldukları halde, onlara yardım edilmez), onlar mukatele ederler ve galip olup, nusrete mazhar olurlar. O zaman istedikleri gıda yardımı kendilerine verilir, fakat onlar, tâ sancakları (hakimiyeti) Ehl-i Beytim’den bir adama (Mehdî) verinceye kadar onların yardımını kabûl etmezler (yani hakimiyeti bir tek Mehdî’ye teslim etmedikçe o reislerin gıda ve maddî yardımlarını kabul etmezler). Ve işi O’na teslim ederler. O Mehdî de hâkim olup, daha önce zulümle dolmuş olan yeryüzünü, adaletle doldurur. Sizden her kim ki o zamana kavuşursa, kar üzerinde, emekleyerek dahi olsa, şarktan çıkan o mücahidlere gidip tabi olsun”.
(En- Nihaye Fil Fiteni vel Melahim, İbn-i Kesir, c.1/s.25- 1/25)
رجل ربعة,أسمر, من بنى تميم, مجذوم, كوسج, يقال له شعيب بن صالح فى اربعة الاف ثيابهم بيض و راياتهم سود يكون على مقدمة المهدى ولا يلقاه احد الا قتله
Temim oğullarından orta boylu, esmer, meczum (hafif sakallı), kevsec (sakalı yanlarda az, aşağı tarafı uzun olan; diğer bir manası da Yemen asıllı) bir adam ki, ona Şuayb bin Salih denilir. Beyaz elbiseli, siyah sancaklı 4000 kişinin kumandanıdır. Mehdî’nin öncüsü olur ve kiminle mukatele ederse, harbde kim ona karşı çıkarsa onu öldürür**.
(Fetava-i Hadîsiyye, İbn-i Hacer-i Heytemi-41)
** Hadîsdeki bu isim o zatın asıl ismi değil, unvan-ı mülahaza olan ismidir. Kezalik “Mehdî”, “Cahcah”, “Deccal”, “Süfyanî” gibi isimler de birer ünvandır. O şahıslar aynı bu isimle gelir demek değildir. Mesela Peygamber (A.S.M.)‘ın ismi Tevrat’ta ve İncil’de “Ahyed, Ahmed, Faraklit, Münhamenna” olarak geçmektedir. Hz. İbrahim’in babasının adı “Tareh” olduğu halde Kur’an ona “Azer” demiştir. Allahu A’lem meşrikten çıkan o zatın bütün dünyanın ordularına karşı koyan küçücük bir ordusu olduğu için ona şubecik anlamında Şuayb adı verilmiştir. “Bin Salih” denilmesi ise, bu zatın babası da kendisi gibi salih bir insan olmakla beraber ıslahat manasında olan müteahhitlik yapması ve kendisi de maddî gücünü babasının bu müteahhitlik servetinden almasından dolayıdır.
Hem şu hadîste o zatın diğer bir ismi “Hâris bin Harras”dır ki Haris aslan demektir. O zatın isminin manasına tevafuk etmektedir.
يخرج رجل من وراء النهر يقال له الحارث بن الحرّاث على مقدمته رجل يقال ل